3 Nisan 2015 Cuma

M. Kemal Atatürk'ün yönetimi diktatörlüktür (7 Bölüm)

7 bölümden oluşan bu yazı dizimizin tamamını bu başlık altında topladık.
**********

M. Kemal'in yönetimi - 1

Ilerleyen günlerde devam edecek inşaallah.
(5. dipnot çok önemli)
Şimdi hep birlikte M. Kemal (Atatürk) nasıl biridir, sistemi yöntemi nasıldır? Örnek almış olduğu müreffeh
toplumlara, batıya ne kadar benzemiştir, sistemini benzetmiştir? Hep ileri sürüldüğü gibi demokrasinin hüküm
sürdüğü, çağdaş demokrat laik bir ülke midir Kemalistlerin ülkesi..?
"Aydını olmayan... Filozofu; gazetecisi olan, asker zihniyeti ile yürütülen bir hareket"[1] olan Kamalizm,
pozitivist bir dünya görüşünü Müslüman bir topluma cebir yoluyla (zorla) benimsetme ideolojisidir.
Ideolojilerin birer dünya görüşünden çok, birer siyasi strateji olduğunu kabul edersek, Kamalizm `modernlik´
denen temel dünya görüşü ile başa çıkmada devletin topluma mutlak hakim kılınmasıdır. Bu teşebbüse
`Cumhuriyet´ adının takılmış olması Türk Tarihinin büyük paradokslarından biridir.
"Cumhuru sindirmeye azmeden cumhuriyet!"[2] Cumhuru sindirmeye azmeden yönetim biçimlerine genel
olarak "diktatörlük" denmektedir. "Modern diktatörlüklerle geçmişin bütün tiranları arasındaki temel farklılık,
terörün artık öncelikle muhalifleri korkutmanın ve yok etmenin bir aracı değil, tamamen boyun eğmiş halk
kitlelerini yönetmenin daimi aygıtı olarak kullanılmasında yatmaktadır."[3]
Kemalist yönetimin bir diktatörlük olup-olmadığı da bu topraklarda zaman zaman tartışılmıştır. Bu tartışma
ortamını oluşturanlar genelde bu ideolojiyi tamamen reddeden ve yerini bir başka ideolojiyle doldurmaya
muvaffak olamayan ya da alternatif devrimci-inkarcı tavır içerisinde olan, Türkiye'de şeriatçı yahut anarşistkomünist
olarak nitelenen kimselerdir. Bu hususta özelde M. Kemal'in genelde tüm Kemalistlerin sözleri ya
da yaptıkları açıklayıcı ve bağlayıcıdır.
Kurduğu sistemi anlatırken, M. Kemal Paşa, 1 Aralık 1921'de `bu hükümet kitaplarda adı geçenlerden
hangisidir?´ yollu bir soruya:
"Efendiler bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir...Fakat ne
yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler
biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz!"[4] (Demogojiye bakar mısınız.) diyerek bir anlamda
`Alaturka Düzen´ anlayışını ve daha sonra Orhan Erkanlı tarafından `Askeri Demokrasi´ adını alan bu M.
Kemal'e has yönetim biçimini ortaya koyuyordu.
M. Kemal'in sofra arkadaşı ve en yakın dostlarından Falih Rıfkı Atay ise bu konuda şöyle bir açıklama
yapmaktadır:
"M. Kemal de, Ismet de, nihayet, Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine
giden bir `askerî dikta rejimi´ olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü `maskelemekten´ başka bir şey değildir."[5]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Şerafettin Dönmez, Atatürk'ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı, sayfa 181.
[2] Fikriyat Dergisi, Mustafa Özel, C.1, sayfa 11.
[3] Hannah Arendt,Totalitarizmin Kaynakları,C.1, sayfa 25.
[4] Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,I, sayfa 196-197.
[5] Falih Rıfkı Atay, (1961) 2004, Çankaya: Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Pozitif Yayınları,
Istanbul, sayfa 416.
****************************************
****************************************

M. Kemal'in yönetimi - 2

Devam ediyoruz...
"Bir Fransız gazeteci, Türkiye’nin bir sarhoş (M. Kemal), bir sağır (Ismet Inönü) ve üç yüz sağır-dilsiz
tarafından yönetildiğini yazmıştı. M. Kemal, "Yanlış´ diye cevap verdi, ‘Türkiye’yi yalnız bir tek sarhoş (M.
Kemal) idare eder."[1]
1930 yılının ortaları M. Kemal: "Bugünkü manzara aşağı-yukarı bir dictature (diktatör) manzarasıdır...(ve)
Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat (despotluk) müessesesidir."[2] demektedir...
Cumhuriyet devrimlerinin "tepeden inmeci" ve "halka rağmen" karakterini bizzat M. Kemal Atatürk'ten
dinlemek daha açıklayıcı olacaktır:
"Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bu çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseleri
yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lazım. En ileri demokrasilerde bile
rejimi korumak için, sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince, inkılabı koruyacak tedbirlere daha çok
muhtacız... Kan ile yapılan inkılaplar daha sağlam olur, kansız inkılap ebedileştirilemez. Fakat biz inkılaba
erişmek için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda
memleketin dahilinde de döküldü. Temenniye değer ki, bu dökülen kanlar kafi gelsin ve bundan sonra kanlar
dökülmesin."[3]
Öte yandan M. Kemal'in 1923 yılında yaptığı ve 7 Aralık 1929 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan şu
açıklaması da ilginçtir:
Fransız Devrimi, ancak yüz yılda başarılmıştır. Biz ise, devrimimizin henüz üçüncü yılındayız. Kimse iddia
edemez ki, bizim devrimimiz de bir tepkiyle, bir gericilik hareketiyle karşılaşmasın. Fakat, bu üç yıl içinde
akıttığımız kanların yeterli görülmesi için, çıkacak gerici hareketleri doğduğu yerlerde boğmaya çalışmalıyız.
[4]
**********
Fesubhanallah, bu sözler akla da mantığa da aykırı. Kan ile yapılan inkılapların sağlam olduğu nerde
görülmüş? Hem adam kendisi kan döktüğünü itiraf ediyor.
Devam edecek inşaallah.
**********
KAYNAKLAR:
[1] L. Kinross, Atatürk, sayfa 309.
[2] Osman Okyar, Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar'ın Anıları –Atatürk, Okyar
ve Çok Partili Hayat-, sayfa 98.
[3] [1923] Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cild 2, sayfa 68,69.
Ayrıca bakınız; Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, Atatürk Özel Sayısı, cild 1, sayı 12, Eylül 1998, sayfa
911.
VE: M. Kemal Atatürk, Bursa Konuşması, 22 Ocak 1923; Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, sayfa
165.
[4] 1923, Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 7.12.1929.
****************************************
****************************************

M. Kemal'in yönetimi - 3

Devam ediyoruz...
M. Kemal'i böyle konuşmaya iten sebepleri anlamamıza katkıda bulunacak bir pasaj da şunlar
aktarılmaktadır, bir kitabın yasaklı olmayan ve yayınlanabilir izni olan bölümünde:
"...Onu (M. Kemal), askeri tehlikeyi savuşturmak için geçici olarak diktatör yapmışlardı. Muzaffer kumandanın
sürekli diktatöre dönüşmesine izin vermemekte kararlıydılar.
Onlara karşı hazırlıklıydı. Bir akşam her zamanki sakin tavrı içinde Halide Edip ona dedi ki:
- Barıştan sonra dinleneceksiniz Paşam; çok zor bir mücadeleden çıktınız.
- Dinlenmek mi, ne dinlenmesi? dedi M. Kemal yırtıcı bir tavırla. Yunanlılardan sonra birbirimizle
dövüşeceğiz; birbirimizi yiyeceğiz.
- Bu, gerçekten gerekiyor mu?
- Muhaliflerime ne buyurulur? diye bağırdı M. Kemal. Gözlerini kızgın olduğu zamanlardaki gibi kısmış,
bakışlarına meşum (uğursuz) bir parıltı yerleşmişti. Onları halka linç ettireceğim. Hayır! Dinlenmeyeceğiz.
Birbirimizi öldüreceğiz diye sesine devam etti, sesi hafiflemişti. Dahası, bu mücadele sona erdiği zaman, her
şey çok sıkıcı olacak. Yeni bir heyecan bulmamız gerekecek."[1]
Bu alıntıyı doğrulayacak bir pasaj da Halide Edip "1922 Ağustos'unun son günlerinde cephe karargahında,
M. Kemal Paşa ile görüştüğünü ve bu görüşmede İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak) Paşaların da hazır
bulunduğunu anlatır. Adıvar'ın anlattığına göre, M. Kemal, bu görüşmede Meclis'teki muhalefetten
hoşnutsuzluğunu dile getirmiş, İkinci Grup'tan birkaç mebusun (milletvekilinin) adını vererek 'onların halk
tarafından linç edilmeye layık olduklarını' söylemiş ve 'savaş bitince durumun çok sıkıntılı olacağını'
belirtmiştir."[2]
**********
Ne kadar da demokrat, tam bir Cumhuriyet adamı (!)
Devam edecek inşaallah.
**********
KAYNAKLAR:
[1] H.C. Armstrong, Bozkurt, Arba yayınları, Çev. Gül ÇAĞALI GÜVEN, birinci baskı, Istanbul 1996, sayfa
153,154.
[2] Halide Edip Adıvar,Türk'ün Ateşle İmtihanı, Istiklal Savaşı Hatıraları, Nurer UĞURLU başkanlığında bir
kurul tarafından hazırlanmıştır. Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Eylül 1998, sayfa 28. (Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır)
****************************************
****************************************

M. Kemal'in yönetimi - 4

Devam ediyoruz...
Bir başka yazar Lewis Thomas da aynı konuyu şu sözlerle işlemiştir:
"M. Kemal iş başına geldiğinde, bırakınız geniş köylü kitlesini, kentlerde oturan halkın büyük kesiminin bile
siyasal yaşama katılma konusunda pek geleneği yoktu. Atatürk, partisinin örgütlenmesi konusunda ön
saftaydı, Partisinin tartışılmaz Başkanıydı; Meclise girecek milletvekilleri konusunda söz ve yetki sahibiydi.
Bütün bunlar O’na bir bakıma ‘diktatör’ dedirtecek özelliklerdi..."
**********
Devam edecek inşaallah
**********
KAYNAK:
Atatürkçülük, II. Kitap, sayfa 181.
****************************************
****************************************

M. Kemal'in yönetimi - 5

Devam ediyoruz...
M. Kemal'in monarşisine bir tepki olarak Kazım Karabekir, Ali Fuad Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele vs.
paşalar, içerisinde `Cumhuriyet´ kelimesinin de yer aldığı bir muhalefet partisi kurmayı düşünmüşlerdir. Amaç
hem monarşiyi eleştirmek hem de daha demokratik bir yapıya geçerek halkın desteğini alabilmekti.
Istiklal Harbinin önde gelen bu değerli paşaları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurma aşamasında iken,
Halk Fırkası'nın (CHP) köktenci kanadı tarafından bu girişim, `tahammül edilemez´ bir durum olarak
yorumlanmış ve bundan dolayı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17.11.1924) kurulmadan bir hafta önce
Recep Peker tarafından yapılan bir öneriyle Halk Fırkası'nın adına Cumhuriyet eklendi. (10.11.1924).[1]
Böylece Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) adını almış oldu.
Yaklaşık bir ay sonra M. Kemal'in "The Times" muhabiri Mc Cartney ile yapmış olduğu mülakatta
(11.12.1924); The Times muhabirinin, M. Kemal'e muhalefetin M. Kemal yönetimini `istibdat´ (despotluk)
olarak yorumladığını sorması üzerine, M. Kemal baskıcı bir yönetimin mevcudiyetini itiraf eder nitelikte bir
cevap verir:
"Bir başka nokta daha var. Muhalefet kişisel istibdada karşı olduğunu söylüyor. Böyle bir ifade, böyle bir
istibdadın var olduğunu ima etmekte. Fakat programları, böyle bir istibdadı nasıl ortadan kaldıracaklarını
gösterecek hiçbir hususu içermemektedir. Kişisel olarak ben, böyle bir istibdadın var olduğuna inanmıyorum.
Ancak, bu istibdat var olsa bile (bu sözü itiraf sayabiliriz), bu yalnızca hakimiyet-i milliye ile Halk Fırkası'nın
temel ilkelerini korumak için vardır."[2]
Konuya bir de M. Kemal yandaşlarının gözüyle bakalım...
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulma amacını M. Kemal'in yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay
şöyle değerlendirmektedir:
"Yeni seçimlerde Birinci Millet Meclisi'nin ikinci grubu tasfiye edilmiştir. Fakat bir muhalefet partisinin bütün
unsurları yeni Meclise gelmiştir. Aralarında siyasî şöhretler, yarı veya tam aydınlar şöyle böyle Türkçüler,
fakat bilhassa Osmanlılar vardır. Devrimci değildirler. Gerici de değildirler. Bunlar `bilâ kayd-ü şart Hâkimiyet-i
Milliye´ prensibini tutacaklar, M. Kemal'in **diktatör olmaması için** dostça, muhalifçe uğraşacaklardır. Biraz
sonra **ilk gerçek demokrasi savaşını bunlar verecekler,** `Terakkiperver Cumhuriyet´ Fırkasını
kuracaklardır. Kendileri ile M. Kemal arasında asıl ayırıcı çarpışma, Cumhuriyet ilân edildiği zaman
başlıyacaktır."[3]
Kısaca nerden baksanız bir diktatörlük söz konusu.
**********
Devam edecek inşaallah
**********
KAYNAKLAR:
[1] M.Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetimi'nin Kurulması, sayfa 103.
Ayrıca bakınız: E. Jan Zürcher,Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, sayfa 78.
[2] M. Philips Price, A History Of Turkey, 134'ten naklen M.Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti
Yönetimi'nin Kurulması, sayfa 171, dipnot 63.
[3] Falih Rıfkı Atay, [1961], Çankaya: Atatürk'ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Pozitif Yayınları, Istanbul
2004, sayfa 393.
****************************************
****************************************

M. Kemal'in yönetimi - 6

Şu ana kadar M. Kemal'in Antidemokratik görüşlerine yer verdik, bu bölümde ise M. Kemal'in yakın
arkadaşlarının görüşlerine yer vereceğiz... Ardından bu görüşleri meşru göstermek için `üretilen´ gerekçelerin
gerçeği yansıtmadığını kanıtlayacağız.
Ikinci Inönü Savaşları sırasında Bursa'dan geriye doğru göçen ve içinde subay ve ailelerinin bulunduğu bir
kafileye rastlanır. Milli Şef Ismet Inönü şöyle diyor hatıratında(Ulus, 17 Mayıs 1968): "Kafileyi durdurdum.
Subayları bir kenara topladım. Içinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz. Bundan başka, subay olarak da
yerinizi bilmelisiniz. Padişah düşmanınızdır. Yedi düvel düşmanınızdır. Bana bakın, dedim. Kimse işitmesin
millet düşmanınızdır!"[1]
Istiklal Mahkemesi üyelerinden Lütfi Müfit Beyin "Bizim belli, milli amacımız vardır. Ona varmak için ara sıra
`kanunun üstüne de çıkarız´ demesi egemen anlayışı yansıtmaktadır."[2]
Dönemin ünlü gazetecilerinden olan ve bir süre Matbuat ve Neşriyat Umum Müdürlüğü yapan Zekeriya
(Sertel)'in; "neden mebuslar (milletvekilleri) `tayinle´ işbaşına getiriliyor?" sorusuna M. Kemal Paşa'nın yakın
arkadaşı Mazhar Müfid (Kansu) şu cevabı veriyor:
"Siz ne zannediyorsunuz? Bu halka seçim hakkı tanırsak, Meclise kimler girer biliyor musunuz? Hacılar,
hocalar, şeyhler..." 1930'larda dönemin ünlü gazeteci ve yazarı Falih Rıfkı Atay da Cumhuriyetin neden
demokratik olamayacağını şöyle ifade etmektedir: "Türkiye'de demokrasi, hoca ve mürteci saltanatı
demektir!."[3]
Sanki M. Kemal Meclis'e şeyhler ve hocalar tayin etmemiş gibi...
Sürekli olarak "mebusluğa" (milletvelilliğe) `tayin´ edilen şeyhler de var, peki bunlara ne diyecekler? 1920-50
döneminde Vanlı Ibrahim Arvas, tayin listelerinde sürekli yer alan bir şeyhtir. Aynı şekilde Hakkı Ungan,
1923'ten öldüğü 1943 yılına kadar mebus tayin edilmiş bir şeyhtir. Diyarbakır Mebusu Zülfü Tigrel, Siirt
Mebusu Şeyh Halil Hulki, Mahmut Soydan, Süreyya Özgeevren sürekli "mebus" tayin edilen şeyhler
arasındadır.[4]
Yukarda adı geçen şeyhler ve hocalar M. Kemal tarafından "tayin" edilenlerdir, halkça seçilenler değil. Işte
kemalist yalan ve çelişkiler böyle ortaya çıkar.
M. Kemal'in arkadaşları da kendisi gibi demogoji yapmaktadır. Kimin neyi, ne kadar, ne zaman yapacağına
karar verme tekeline sahip olma çabası içerisinde olan bu kesim, dayatmalarını aralıksız sürdürmektedir.
Saltanat'a karşı olduğunu iddia eden bu kesim, kendi saltanatını kurmuş ve bunu demogoji ile meşru
göstermeye çalışmaktadır. "Demokrasi" ise bunu maskelemekten ibarettir. Bizim saf Atatürkçüler de
kendilerini hala "özgür" zannediyorlar. Allah (celle celaluhu) islah etsin.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Ş.Süreyya Aydemir, Ikinci Adam, cild 1, sayfa 274.
[2] Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri, cild 1, sayfa 95.
[3] Ali Osman Eğilmez, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, 175-176.
[4] Ismail Beşikçi, CHF Tüzüğü ve Kürt Sorunu, Komal Yay., 1978, sayfa 278, 279.
****************************************
****************************************

M. Kemal'in yönetimi - 7 ve SON

M. Kemal'in yönetimini daha iyi anlamak için bir dönem Başbakanlık yapmış olan Recep Peker'in şu sözlerini
okumamız yeterli olacaktır:
"Inkılapları yapmak için çok kere zor kullanmak lazımdır. Saydığım anlamda bir değişiklik yapılırken
mukavemet ve irtica unsurları, yerine göre elinde silahla veya cebinde kitapla, kafasında eskiye alınmış
somurtkanlık, dilinde iğfal ve tehevvürle (öfkelenme) gelip karşımıza dikilir. Bunları vurup devirmedikçe
inkılabı yapmanın ve hatta uzun devirler korumanın imkanı yoktur (...) Türk inkılabı en ziyade zor kullanmayı
gerektiren bir hususiyet gösterir."
**********
KAYNAK:
Recep Peker, Inkılap Dersleri, Iletişim Yay., sayfa 18-19.
Ayrıca bakınız; Cengiz Aktar, Türkiye'nin Batılılaştırılması, sayfa 91-92. ve Baskın Oran, Türk Milliyetçiliği,
sayfa 210, dipnot: 455.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder