Fotoğraf'ta M. Kemal'in, Büyük Millet Meclisinin açıldığı günün ertesinde, 24 Nisan 1920 tarihli gizli celsede
yaptığı konuşmanın metni yer alıyor. Metinde, Araplar, Osmanlı Devletine sadakatlerini bildiriyorlar.
Cep telefonundan katılıp Fotoğrafı göremeyenler için buraya da yazalım:
"...Suriyede İngilizler, Fransızların tarzı idaresine, muhakkirane olan idaresine hedef olduktan sonra bu
aksamdaki ehli islâm pek büyük bir hataya duçar olduklarını takdir ettiler ve onu müteakip bir kısmı kendi
dahillerinde müstakil olmak fakat yine bir suretle bir şekilde Çamiai Osmaniye dahilinde bulunmak cihetini
düşündüler. Bittabi makamı muallâyi hilâfete karşı olan merbutiyetleri cümlemiz gibi bütün ehli iman için bir
vazifei mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha ileriye gittiler. Bize hiç bir şekil ve surette istiklâlin lüzumu yoktur,
biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camiai Osmaniye dahilinde bulunacağız, dediler..."
"...Binnetice Emir Faysal dahi hususî murahhaslarını bizimle temasa getirdi. (...) Dedik ki, artık hududu
millimiz dahilinde bulunan menabii insaniyeyi ve menafii umumiyeyi hududumuzun haricinde israf etmek
istemeyiz. Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün âlemi islâm'nı manen olduğu gibi maddeten de
müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi
hududumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi, Suriyeliler de hududu dahilinde ve hâkimiyeti milliye esasına
müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilâf veya ittifakın fevkinde bir şekil, ki federatif
yahut konfederatif denilen şekillerden birisile irtibat peyda edebiliriz."
***
**********
KAYNAK:
T.BM.M. Gizli Celse Zabıtları, DEVRE: 1, İÇTİMA: 1, 24 Nisan 1336 (1920), 2 nci in'ikat - 4 ncü celse, sayfa
2, 3. (Meclis tutanakları)
Ayrıca bakınız: Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II., Ankara, 1959, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları,
sayfa 57.
**********************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 2
Her Türk genci "Araplar'ın I. Dünya Savaşı'nda bize ihanet ettiğini" öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen
doğrudur. I. Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı'ya isyan ettiği ve
ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin'in "Araplar"ın tümünü temsil
etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Ortadoğu uzmanı tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar, "Arapların ihaneti"
söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor:
"Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicaz'da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da İngilizlerle
işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun
`askeri açıdan´ tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği `bağımsızlık
vaadi´ ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan
hattında, yani `asıl cephenin gerisi´nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur. `Asıl cephe´, önce Şüveyş
Kanalı ve Kanal Harbi'nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin'de kurulmuştur.
Filistin'de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da Türk kuvvetlerini `arkadan vuran´
herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır… Arabistan
Yarımadası'nın Hicaz bölümünden Akabe'ye kadar olan `cephe gerisi´ dışında, Arapların Türkleri arkadan
vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur."
**********
KAYNAK:
Cengiz Çandar, "Sharon'cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları", Yeni Şafak, 5 Nisan 2002.
*************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 3
Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce
kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde[1]
şöyle vurgulanıyor:
"O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı'nda Türklere karşı müttefiklerin
yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George'un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk
yöneticileri için savaştı. Faysal'ın Arabistan'daki taraftarları, bir istisnaydı."
Araplar'ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu
hakkındaki uzmanlardan biri olan Prof. Dr. Zekeriya Kurşun'un ifadesiyle,
"I. Dünya Savaşı'nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların
büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir."[2]
Arap Milliyetçiliğinin öncüsü Müslüman değil;
"Hıristiyan" Araplardı.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Sitenin adresi: http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/myths3/MFroots.html
[2] Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1992, sayfa 153.
*******************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 4
Arap Milliyetçiliğinin Öncüsü `Hıristiyan´ Araplardı
Arap milliyetçiliğinin Osmanlı'da Türk milliyetçiliğinden daha önce geliştiğini belirtmek gerekir. Arap
milliyetçiliği, 1860'larda, Suriyeli Arap entellektüeller arasında doğmuştu. Osmanlı İmparatorluğu'na ve
yönetimindeki "Türklere" karşı ciddi bir antipati besleyen bu entellektüellerin dikkat çekici bir yönü ise,
çoğunun Hıristiyan oluşuydu. Butros El-Bustani, Faris Şadyak, Nakkaş, Corci Zeydan gibi Hıristiyan Arapların
öncülüğünde başlayan bu harekete katılan Müslüman Araplar ise, çoğunlukla Batılı fikirleri benimsemiş
seküler aydınlardı. Arap milliyetçiliğini geliştirirken "Arapların İslam öncesi tarihlerine" ilgi duymaları, bundan
kaynaklanıyordu.
Buna karşılık muhafazakar Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı’'ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta
sadece Sünni Araplar değil, Irak ve Suriye'deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı'ya ve Hilafet'e bağlılık
duygusu vardı.[1] Bu konuda büyük bir otorite olan Prof. Kemal Karpat, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Arap
milliyetçiliğinin, Hıristiyan Araplarınki hariç, aslında en son noktaya kadar "ayrılıkçı olmadığına" dikkat
çekerek şöyle demektedir:
"Görülüyor ki Arapların `milli´ hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı
hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir
hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına
saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat
etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin
modern bir versiyonunu yaratmaya çalışanlar Müslüman değil `Hıristiyan´ Araplardı.[2]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Prof. Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, sayfa 379.
[2] Prof. Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, sayfa 594.
***************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 5
Merhum Prof. Dr. Erol Güngör'ün "İslam'ın Bugünkü Meseleleri" adlı kitabında aynı konuda başka bazı
önemli bilgiler de var. Güngör, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915 yılında İtilaf Devletleri'ne karşı dünya
Müslümanlarına hitaben yaptığı "cihad" çağrısının aslında sanılandan – veya gösterilenden – çok daha etkili
olduğunu anlatıyor. Çeşitli tarihsel kaynakları dipnot vererek şöyle diyor:
Cihad Fetvası doğurduğu neticeler itibarıyle çok defa yanlış anlaşılmıştır. İslam dünyasının bu çağrıya hiç
aldırış etmediği, hatta Müslümanların Osmanlı ordularına karşı İngilizler safında çarpıştığı veya onlar
hesabına Türklere ihanet ettikleri söylenir. Meseleyi biraz derinliğine araştıranlar göreceklerdir ki, bu iddialar
bazı gerçeklerin yanlış yorumuna dayanmaktadır. Cihad Fetvası'nın istenen tesiri gösteremeyişinin başlıca
sebebi, o çağda İslam dünyasının bir mihrak etrafında savaş için organize olabilmesi şöyle dursun, bizzat
savaş davetini gereği gibi duyuracak komünikasyon imkanlarından bile mahrum bulunmasıydı. İngiliz
propagandasının Cihad Fetvası'ndan daha tesirli olduğu ve bu propaganda sayesinde fetvanın tam tersine
bir maksat için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Çanakkale muharebelerinde bize karşı İngiliz saflarında
çarpışan Müslüman sömürge askerleri arasından alınan esirlerin sorgularından çıkan neticeye göre, bu
askerler dinsiz İttihatçılar'ın Halife'yi hapsettikleri ve İngilizler'in de onu kurtarmak için İttihatçılar'a savaş
açtıkları propagandasına inandırılmışlardı. İmparatorluk dışında en çok Müslüman nüfus barındıran
Hindistan'da da bu hususta çok kesif bir propaganda yapıldığı görülmektedir. İngilizler savaş sırasında Hint
Müslümanlarını "harbin bir mahiyet-i diniyyeyi haiz olmadığına, Osmanlı padişahına ve İslam'ın saltanatına
hiç bir zararı dokunmayacağına" inandırmışlardı. Ayrıca Lordlar Kamarası'nda "Hilafet'e ait hiç bir şeye
müdahale olunmayacağı, muharebenin ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle olduğu" beyan edilmişti. Nitekim
Mekke Emiri Şerif Hüseyin de kendi isyan hareketinin "Halife'nin değil, ancak bozkurda ibadet edecek
derecede Turancılıkla meşbu (dolmuş) olan nazırların (Bakan'ların) aleyhine" olduğunu bildirmişti.
***
KAYNAK: Prof. Dr. Erol Güngör, İslam'ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Neşriyat, 1981, sayfa 159, 160.
*******************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 6
Prof. Güngör, I. Dünya Savaşı sonrasında da dünya Müslümanlarının Osmanlı'ya ve Türkiye'ye yönelik
süregiden sadakatlerinden şöyle söz ediyor:
Harbin sonunda Osmanlı topraklarının parçalanması, İstanbul'un ve Halifeliğin Türkler'den alınması veya
Halife'nin devlet reisliği sıfatından sıyrılarak papa gibi sırf ruhani bir lider mertebesine indirilmesi fikirleri
ortaya çıkınca, Hindli ve Mısırlı Müslümanlar arasında büyük reaksiyonlar görüldü. Hind Müslümanları İngiliz
hükümetine Hilafet'e dokunulmaması ve Türk devletinin parçalanmaması konusunda çeşitli yerlerde ve
birçok defa tehdide kadar varan protestolar yağdırdıktan sonra, Anadolu’daki kurtuluş mücadelesine büyük
maddi ve manevi yardımlar yapmışlardır ki, bu yardımların mahiyeti ve akıbeti herkesçe bilinmektedir.*
Dikkati çekecek bir başka husus da, Hilafet'i korumak üzere harekete geçenler arasında Sünni olmayan
Müslümanların da (Ağa Han gibi) bulunmasıdır.[1]
***
*Hintli müslümanların Hilafetin "korunması" için yolladıkları paraların bir kısmı, Halifeliği "kaldıran" M. Kemal
tarafından Iş Bankası'nın kuruluşunda sermaye olarak kullanılmıştır. "Vacip" olan Hilafet için yollanan paralar;
Allah-u Teala tarafından "haram" kılınan (faizli) bankaya sermaye yapılmıştır. Şu ihanete bakın!! (Haram
zıkkım olsun)
Ihaneti Araplar veya diğer ülkelerdeki müslümanlar değil, bizimkiler yaptı... Daha doğrusu bizden "sanılanlar"
yaptı.
**********
KAYNAK:
[1] Prof. Dr. Erol Güngör, İslam'ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Neşriyat, 1981, sayfa 160, 161.
*********************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 7
(Fotoğraf: Medine Kahramanı, Medine Müdafii Fahrettin Paşa)
Feridun Kandemir Medine'de yaşananları şöyle anlatmaktadır:
"Medine'den ayrılmadan önce, son ere kadar hepsinin, bu arada çeşitli yaralar alarak vücutları adeta delik
deşik olmuş, kimi kolsuz, kimi bacaksız kalmış gazi mehmetçiklerin, birbirlerine sokulup yardım ederek,
halsiz-mecalsiz, son defa Harem-i Şerifi ziyaretle Ravza-i Mutahhara'ya yüzlerini-gözlerini sürerek dualar ede
ede yaptıkları veda ziyareti görülecek şeydi.
İngiliz altınları ile Türk'e diş biler hale getirilmiş bazı sözde Araplar bile bu manzara karşısında göz yaşlarını
tutamamışlardı. Bizimle beraber Medine'de kalıp aylar süren kuşatmanın her türlü sıkıntısını çeken, açlığına
bile katlanan yerli Araplar ise tam bir matem havası içinde hüngür hüngür ağlıyorlardı. Hele yıllardan beri
Harem-i Şerifte vazifeli olarak çeşitli hizmetlerde bulunan harem ağalarının hıçkıra hıçkıra mehmetçiklerin
boyunlarına sarılışlarını benim gibi görenlerin, o anda ne hale geldiklerini tarif edemem."
Görüldüğü gibi, olayın görgü şahidi bile asilere "bazı sözde Araplar" dedikten sonra, yerli Arapların Türkler ile
beraber Medine'de kalıp aylar süren kuşatmanın her türlü sıkıntısını çektiklerini, açlığına bile katlandıklarını
ifade etmektedir.
**********
KAYNAK: Feridun Kandemir, Medine Müdafaası: Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, İstanbul 1991,
sayfa 235.
*****************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 8
(Fotoğraf: Ellerinde Ayyıldızlı Sancaklarla Araplar)
Özellikle Hristıyan Arapların milliyetçilik davası güttüklerini yazmıştık... Bu bölümde ise yabancı kaynaklar
eşliğinde bunun nedenlerini ve gelişimini ele alalım.
Avrupa'nın kültürel etkinliği Suriye'de kendisini başlıca dinî alanda, özellikle Hristiyan Araplar vasıtasıyla
hissettirmiştir. Çünkü 19. yüzyılda büyük güçlerin kendi aralarında kutsal mekânlar ve Hristiyan azınlıklar
üzerindeki etkinliklerini artırmak için giriştikleri dinî rekabet had safhaya çıkmıştır. Bu mücadelede öne çıkan
ve en etkili olanlar Fransız Cizvitleri ve Amerikan Protestan misyonerleridir. Bunlar, özellikle Suriye'de kolej
ve çeşitli okullar açarak Arap geçmişini ve Arap mirasını bilen, bunun yanında Avrupa kültüründen de
haberdar olan ve bu kültürden etkilenmiş bir Arap nesli yetiştirmeyi hedeflemişlerdir.[1]
Bu okullarda misyonerlerin gözetiminde eğitimini tamamlayan Suriyeli Hristiyan entelektüeller Mısır ve
Suriye'de gazete ve dergi çıkarmak suretiyle bölge halkını etkilemeye başlamışlardır. Daha önce yayımlanan
gazeteler İstanbul ve Kahire'de devlet tarafından yayımlanıyor ve genelde resmî haberlere yer veriliyordu.
Ayrıca Fransızca, Rumca ve Ermenice gazeteler yayımlanmasına rağmen, hemen hemen hiç Arapça gazete
yoktu. 1860'lardan itibaren bölgede matbaanın yaygınlaşması, Arap yazar ve okuyucuların artması ve nispî
özgürlükler sayesinde gazete ve dergiler çıkmaya başlamıştır. Bu dönemi takip eden otuz yıl içinde de
matbuat Lübnanlı Hristiyanların eline geçmiştir.[2]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Bernard Lewis, (1968), The Arabs in History, [Tarihte Araplar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, 1979], Hutchinson and Co. Ltd., London, sayfa 172.
[2] Albert Hourani, (1984), Arabic Thought in the Liberal Age, 1798-1939, Cambridge University Press,
Cambridge, sayfa 97.
***********************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 9
(Fotoğraf: Araplar Filistin'de Türklerle Omuz Omuza)
Devam ediyoruz...
Tabiatıyla, bu şartlar altında gelişen Arap milliyetçiliği, özellikle Hristiyan Araplar arasında daha da
yaygınlaşmıştır. Milliyetçilik hareketlerinin gelişimi, 1882'de İngiltere'nin Arap dünyasının merkezi olan Mısır'ı
işgal etmesiyle, yani Mısır'ın doğrudan Avrupa'nın etkisi altına girmesiyle daha da hızlanmıştır[1]
Arap milliyetçiliğinin gelişimi bölgeler arasında değişkenlik gösterdiği gibi, Hristiyan ve Müslüman Araplar
arasında da farklı bir seyir göstermiştir. Müslüman Araplar, Osmanlı Devleti'nin Avrupa karşısında askerî
anlamda tutunamaması neticesinde devleti toparlayabilmek amacıyla yapılan ve hayatın her alanını
kapsayan, Batılı tarzdaki reformlara karşı tepki göstermişlerdir.[2] Ki zaten buna Türk müslümanlarda tepki
göstermişlerdir. Hristiyan Araplar ise, Avrupalı hamîlerinin de desteğiyle, Osmanlı Devleti'nin zayıflamasını da
fırsat bilerek, bağımsız ve müstakil devlet olma gayesini gütmüşlerdir.[3]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Maurice Harari, (1962) Government and the Politics of the Middle East, Prentice-Hall, Inc., Englewood
Cliffs, sayfa 105; Bernard Lewis (1968), The Arabs in History,[Tarihte Araplar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, 1979], Hutchinson and Co. Ltd., London sayfa 173.
[2] Bu kaynağa bakılabilir; William Ochsenwald , Modern Ortadoğu'da İslâm ve Osmanlı Mirası, İmparatorluk
Mirası. Balkanlar'da ve Ortadoğu'da Osmanlı Damgası, (Ed.) L. Carl Brown, İletişim Yayınları, İstanbul 2000,
sayfa 395).
[3] Dr. H. Bayram Soy (Kırıkkale Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fak.), Arap Milliyetçiliği: Ortaya Çıkışından
1918'e kadar, Bilig, Yaz / 2004, sayı: 30, sayfa 178.
****************************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 10
Ey kemalistler, hadi bize yobaz diyorsunuz... Yabancılar da mı yobaz??
(Fotoğraf: Araplar Filistin'de Osmanlı Tuğrası ve Ayyıldızlı Sancaklar Altında Türklerle Omuz Omuza)
Arap milliyetçilik hareketlerinin, özellikle Suriye eyaletinin bugün Lübnan diye bildiğimiz bölgesinde
yoğunlaşmasının bazı sebepleri vardı. Bunlar, bölgedeki misyoner okullarının Batılı tarzda verdiği eğitim,
Fransız İhtilâli'nin siyasî fikirleri, Arap dili ve edebiyatını canlandırma teşebbüsleri, burada matbaaların
kurulmasıyla Arap gazetelerinin yayınlanması ve Lübnanlı göçmenlerin Amerika'da bir müddet yaşadıktan
sonra geri dönerek orada edindiği tecrübeleri bölgeye taşımak istemeleriydi.
Bu bölgenin diğer Arap bölgelerinden farkı Batı ile daha çok ve sık irtibat halinde olmasının yanında, coğrafî
yapısı dolayısıyla Avrupa ile olan ticarî faaliyetlerin de büyük ölçüde buradan yürütülmesiydi. Lübnan'da,
Hristiyan Araplar arasında Türk aleyhtarı fikirlerin gelişmesinde bunların kendilerini Müslüman Türk
idaresinde okyanusta bir ada gibi hissetmelerinin de etkisi büyüktür.
Hristiyan Arapların bu düşüncelerine karşılık Müslüman Arapların büyük çoğunluğu Osmanlı idaresinden
ayrılmak niyetinde değillerdi.
***
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAK:
N. Zeine (1981), Arab Turkish Relations and The Emergence of Arab Nationalism, Greenwood Press,
Westport, sayfa 39.
****************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 11
(Fotoğraf: Osmanlı Ordusuna tıbbi yardım malzemeleri yetiştiren Mısır gemileri)
II. Abdülhamid'in (radıyallahu anh) en büyük endişelerinden biri alternatif bir Arap hilafetinin oluşturulması idi.
Dolayısıyla, kendisi Arapları yüksek askerî ve idarî mevkilere getirerek ve nihayet Pan-İslamist politikasıyla
Arapları kazanmaya çalışmıştır. II. Abdülhamid idaresinde, padişahın kontrolü sayesinde Araplar arasında
milliyetçilik şuuru çok yavaş bir gelişme göstermiştir. Nitekim 1877-78 meclisinde Arap mebusları
(milletvekilleri) birleştiren ve onları diğerlerinden ayıran açık seçik bir ortak çıkar ya da belli bir "Arap görüşü"
olmamıştır. Arap mebuslar kendilerini imparatorluğun temsilcileri olarak algılamış ve doğrudan doğruya
seçildikleri bölgeyle ilgilenmişlerdir.[1]
Daha önce de belirtildiği gibi Müslüman Arap entelektüeller, ayrılıp bağımsız bir devlet kurmanın peşinde
koşmaktan ziyade, Osmanlı Devletini hem dinî hem de siyasî yönden güçlendirecek reformların yapılmasını
hedeflemişlerdir.
Dönemin Müslüman liderleri Arapları Türk idaresinden kurtulma yönünde değil de Batı'nın tecavüzlerinden
korunmaları yönünde uyarıyorlardı. Önde gelen
Müslümanlar ve Arap nüfusunun büyük çoğunluğu (Arap yakındoğusunun) Osmanlı idaresine sadıktılar.
Onların 'kalan son güçlü İslam imparatorluğunu' zayıflatmak gibi bir niyetleri yoktu.[2]
***
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar. Osmanlı İmparatorluğu'nda Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve
İslamcılık (1908-1918), çev. Türkan Yöney, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, sayfa 31.
[2] N. Zeine, Arab Turkish Relations and The Emergence of Arab Nationalism, Greenwood Press, Westport
1981, sayfa 58.
Ayrıca bakınız; Salih Tuğ, İslam Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, XIX. ve XX. Asırlar, İrfan Yayınları, İstanbul
1969, sayfa 255.
N. Zeine, Arap Milliyetçiliği, çev. Kemal Kahraman, Cambridge İslam Tarihi, Hikmet Yayınları, İstanbul 1989,
sayfa 134.
Aparajita Gogoi ve Gazi Ibdewi Abdulghafour, Arab Nationalism, Birth, Evolution and the Present Dilemma,
Lancers Books, New Delhi 1994, sayfa 85.
***********************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 12
(Fotoğraf: Ayyıldızlı Osmanlı sancakları altında İtalyanlar'a karşı şavaşan Libyalı Araplar)
Evvelki bölümde Arap entelektüellerin, ayrılıp bağımsız bir devlet kurmanın peşinde koşmadıklarını
yazmıştık... Bu bölümde ise buna dair bir misal verelim.
1890'da Paris'te Jön Türklerin yaptığı bir toplantıda Mizancı Murad'ın Arap katılımcılara bir Arap devleti
kurma niyetlerinin olup olmadığını sorması üzerine Madra Mutran ve Halil Ganem bu iddiaları reddetmişler
ve Halil Ganem şunları söylemiştir:
"Biz Araplar biliyoruz ki, eğer Frenkler ülkemize girerlerse, birkaç yıl içinde topraklarımız onların eline
geçecektir ve ülkeyi diledikleri gibi yöneteceklerdir. Türklere gelince, onlar bizim dinimize inanırlar ve
âdetlerimizi bilirler. Dört yüz yıllık
yönetimleri boyunca bir santimetre mülkümüzü dahi almamışlardır. Toprakları, mülkleri, sanayiyi ve ticareti
yerli halka bırakmışlardır. Araplar, Türklerle ticaretten ve kesintisiz bağımızdan yararlanmışlardır. Şimdi bunu
değiştirmek ve Türklerin yerine başkasını getirmek doğru olur mu?... Arap aydınlarının ve ileri gelenlerinin
ümmetlerinin Osmanlı çıkarları çerçevesinde yaşamasından başka bir isteği yoktur."[1]
Arap entelektüelleri arasında bir yandan bu tür gelişmeler yaşanırken, diğer taraftan okuma yazma
bilmeyenler, köylüler ve fakirlerin bir çoğu bu gelişmelerden habersiz veya etkilenmeden hayatlarını
sürdürmüşlerdir.[2] Yani bu tür akımlar ve gelişmeler ancak belirli çevrelerde etkili olmuş ve tartışılmıştır.
***
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar. Osmanlı İmparatorluğu'nda Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve
İslamcılık (1908-1918), çev. Türkan Yöney, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, sayfa 49.
[2] N. Zeine, Arab Turkish Relations and The Emergence of Arab Nationalism, Greenwood Press, Westport
1981, sayfa 58.
*********************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 13
(Fotoğraf: Araplar ve Türkler Libya'da İtalyanlara karşı omuz omuza)
(Kemalist resmi tarihin bizi arkadan vurduğunu söylediği Araplar; Kurtuluş Savaşı'nda bizimle beraber
Fransızlara karşı savaşmışlar ve Fransızlarla barışın sağlanmasında önemli etken olmuşlardır.)
Fransız'lara karşı Suriye'de başlamış olan Arap millî hareketi, Türk Güney cephesinin yükünü bir dereceye
kadar hafifletmiştir. Türk ve Arap kuvvetleri arasında kalan Fransızlar, hem Güney Anadolu'da, Kilikya'da,
hem de kuzey Suriye'de savaşmak zorunda bulunmuşlardır. Arap millî kuvvetleri, zaman zaman Türk
topraklarına kadar girerek Fransızları tedirgin etmişlerdir. Buna karşılık Türk Kuvayi Milliye'si, akınlarını
Kuzey Suriye'ye kadar uzatmışlardır. Türk-Arap işbirliğinin, Arap millî liderlerine büyük umutlar verdiğini
yazışmalardan anlıyoruz.
Ankara'ya yaptıkları teklifte, Suriye, Irak ve Türkiye'nin istiklâllerini kurtararak bir konfederasyon
kurmalarından veya sonra kararlaştırılacak bir formül üzerinde anlaşmaktan söz etmişlerdir.
Fransızlara karşı savaşan ve Türklerle işbirliği yapan kuruluşlar ve liderler şunlardır:
Halep'te "Halep Teşkilât-ı Milliyesi", Şam'da "Suriye ve Filistin Müdafaa-i Kuvayi-i Osmaniye Heyet-i
Umumiyesi, yine Şam'da "Gönüllü Kahire Fırkası", "Amman Çerkeş Fırkası".
Bu teşekkülleri Osmanlı ordusu eski subaylarından olan Suriyeliler yönetmekte idiler. Şam'da Şefik Bey,
Halep'te Yarbay Emin Bey, kurmay Yarbay Şakir Nimet Bey gibi...
(...)
Fransa, Ortadoğu'nun bu bölgesindeki menfaatlerini korumağa çalışırken, işin çıkmaz bir maceraya
sürüklendiğini bir süre sonra anlamaya başlamıştır. Kilikya ve bir Türk şehri uğruna Suriye Mandası tehlikeye
düşebilirdi. Suriye'de rahat kalabilmek maksadiyle, Türklerle anlaşmaktan başka yapacak bir şey yoktu.[1]
Işte bu gelişmeler üzerine 20 Ekim 1921'de Ankara antlaşması ile Fransızlar'la barış sağlanabilmıştır.
***
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAK:
[1] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, Kastaş Yayınları, 8. baskı, Istanbul 1987, cild 1, sayfa 416, 417.
****************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 14
(Fotoğraf: Araplar Filistin'de Türklerle omuz omuza)
Bu çalışmamızda görüldüğü üzere, Şerif Hüseyin ve 300 civarındaki bedevisi dışında müslüman arapların
isyan ettiği yönündeki iddialar doğru değildir. Zaten Şerif Hüseyin'in isyanı özellikle böyle bir şeye taraftar
olmayan Mısırlı entelektüeller arasında huzursuzlukla karışık şaşkınlık oluşturmuştur. Bunun Türklerin
itibarını sarsmak için İngilizler tarafından ortaya atılmış bir aldatmaca olduğunu ileri sürmüşlerdir[1],
dolayısıyla evvelki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, araplar bizimle beraber Şerif Hüseyin'e karşı
savaşmışlardır.
Aslında bazı araplar arasındaki huzursuzluk; Sultan Abdülhamid'i (rh.a) tahtan indiren ve devleti yönetme
cüretinde bulunan mason güdümlü Ittihat ve Terakki cemiyetinden ve tutumlarından kaynaklanıyordu desek
pek de yanlış olmaz kanaatindeyim.
Örneğin, Suriye Valisi Ittihatçı Cemal Paşa'nın Şubat 1915'de Süveyş kanalına düzenlediği saldırı başarısız
olunca, Suriye'ye döndükten sonra "güya" Arap liderlerin ülkelerini yabancılara sattıkları gerekçesiyle bunlara
karşı çok katı bir politika izlemeye başlamış, hatta bazı Arap liderlerini isyana engel olması ümidiyle idam
ettirmiştir.[2]
Cemal Paşa hatıralarında idamlar hakkında kendini savunurken de, bu kararları vermekteki amacının Arap
isyancıları korkutmak olduğunu ifade etmektedir.[3]
***
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Ronald Storrs (1939), Orientations, Readers Union Ltd., London, sayfa 177.
[2] Zeine N. (1981), Arab Turkish Relations and The Emergence of Arab Nationalism, Greenwood Press,
Westport, sayfa 101,102.
Ve; Aparajita Gogoi - Gazi Ibdewi Abdulghafour (1994), Arab Nationalism, Birth, Evolution and the Present
Dilemma, Lancers Books, New Delhi, sayfa 100.
Ayrıca bakınız; Maurice Harari (1962), Government and the Politics of the Middle East, Prentice-Hall, Inc.,
Englewood Cliffs, sayfa 107.
[3] Cemal (Paşa) (1959), Hatıralar, İttihat-Terakki ve Birinci Dünya Harbi, hazırlayan: Behçet Cemal, Selek
Yayınları, sayfa 250, 251.
Ayrıca bakınız; Helmut Mejcher (1991), Der arabische Osten im zwanzigsten Jahrhundert, 1914-1985, Ulrich
Haarman (Ed.), Geschichte der arabischen Welt, Verlag C. H. Beck, München, sayfa 442.
******************************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 15
(Fotoğraf: Imam Yahya'nın Osmanlı'ya bağlı olduğunu bildiren mektubu)
Osmanlı'nın son Vilayeti: Yemen
Prof. Dr. Metin Ayışığı
Osmanlı Devleti, onbinlerce vatan evladına mezar olan Yemen meselesini halletmek için devletin egemenlik
hakkı saklı kalmak kaydıyla, orada özel bir yönetim kurulması kararını almıştı. Uzun süren görüşmelerden
sonra 11 Ekim 1911 tarihinde imzalanan antlaşmayla, 400 yıldır akan kan durmuş, aynı zamanda
Trablusgarb ve I. Dünya Savaşları ile Kurtuluş Savaşı süresince, hep dost olan güvenilir bir müttefik
kazanmıştır.
Ancak, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 16. Maddesine göre, Yemen ve
Asir’deki Osmanlı kuvvetlerinin en yakın İtilaf devletleri garnizonlarına teslim olmaları gerekiyordu. Yemen
Valisi Mahmud Nedim Bey ise, merkezi hükümetten resmen emir almadıkça İtilaf ordularına teslim olmaktan
kaçınıyordu. Aynı görüşü paylaşan İmam Yahya da, İstanbul’dan özel bir memurun gönderilmesini şart
koşuyordu. Bunun için Mütareke hükümlerini kendilerine bildirmek üzere yüzbaşı Ömer Subhi Bey gönderildi.
Ancak Subhi Bey’in de gelmesi durumu değiştirmemiş, Mahmud Nedim Bey, zaman kazanmak için olsa
gerek, bu kere Dahiliye Nezaretinden kesin bir emir gelmedikçe teslim olmayacağını ilgili makamlara bildirdi.
Yemen İmamı Yahya bin Hamideddin de, Yemen’in İtilaf devletleri tarafından işgaline razı olmadığı
gibi,Osmanlı birliklerinin kesinlikle teslim olmasını istemiyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek
hükümet ve gerekse ordu nezdinde, siyaseten ve maddeten çok büyük yardımlarda bulunmuştu. Bu süre
içinde hiç bir yabancı devlet veya Osmanlı Devleti’ne düşman bir devletle münasebete geçmedi. İmam
Yahya, yabancılar tarafından yapılan her türlü teklifi reddetti. O, ordunun ve idarecilerin İngilizler’e teslim
olmasıyla, memleket için doğacak büyük mahzurlar ve vahim sonuçlara dikkat çekiyordu. Onlara, teslim
olmaları durumunda meydana gelebilecek her türlü sorumluluğu üzerine alarak, durumu vilayet makamı ve
ordu kumandanlığı ile tüm yerleşim birimlerine tebliğ etti. O, tek bir neferin bile Yemen’den ayrılmaması
taraftarıydı.
Ayrıca Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu antlaşmaya dayanarak, tüm yabancı devletler ve bilhassa İngiltere
hükümetine sert protestolar gönderdi. Yemen’in her türlü müdahale ve yabancı saldırılardan korunması için
mahalli gelirlerin tümüyle ordu ve mülki memurlara harcanacağı beyan edip, teminat verdi. O, teslim olma
konusundaki itirazı için, sarf edilen çabalardan yegane maksadının, Osmanlı ordusunun ve Osmanlı
idaresinin eskiden olduğu gibi Yemen’de devam edip, Osmanlı kimliğinden ayrılmama olduğunu söylüyordu .
Yemen’in bir başka yüzü de, burada görev yapan askeri ve sivil memurlardı. Neredeyse 40 aydır maaş
alamayan bu insanlar, büyük bir yokluk ve sefalet içindeydiler. İmam Yahya dahi , son derece sıkıntı içinde
olan bu memur ve ailelerine geçinebilecekleri ölçüde para ve hububat yardımında bulunmuştu. Bu durumu
defalarca dile getirmiş olan Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey, hükümete başvurarak, Yemen'de bulunan
komutan ve subaylarla, bunların ailelerinin hak ettikleri maaşların hiç olmazsa bir kısmının ödenmesini talep
etti. Üstelik, Yemen'deki tüm idari teşkilat görevlerine fiilen devam ediyordu. Bu gelişme üzerine, 18 Nisan
1922 tarihinde toplanan Meclis-i Vükela, Hariciye Nezaretinin yazısını da gündemine aldı. Yapılan görüşme
sonucunda, Osmanlı Hükümeti ile İtilaf devletleri arasında kesinlik ve geçerlik kazanmış bir antlaşma mevcut
olmamasına ve hukuken Osmanlı Devleti'nin hiçbir parçasının terk edilmiş ve ayrılmış sayılamayacağına
göre, her türlü maddi ve manevi bağlarını korumakta olan Yemen'in, Osmanlı Devleti'nden ayrılmış
sayılmasının caiz olamayacağı, bu nedenle Yemen'de bulunup da, Mondros Mütarekesi'nden sonra üstlerinin
izniyle orada kalan komutan ve subaylarla, askeri memurların maaşlarının derhal ödenmesi için Harbiye
Nezaretinden gelen yazı üzerine, gerekli işlemin derhal başlatılması konusunda Maliye Nezaretine talimat
verilmesini karar altına aldı.
İmam Yahya’nın, bu konudaki tüm gayret ve uğraşıları, Osmanlı kuvvetlerine verilen teminat ve defalarca
yaptığı açıklamalar, hiç bir zaman kabul görmemiştir. Dört sene içinde, Osmanlı ordusu ve yerli gönüllüler
tarafından elde elde edilen büyük zaferler, âdeta yok sayılarak harp malzemesi ve cephanenin büyük
kısmının depolandığı Lühec bölgesi kuvvetleri, tüm mühimmatıyla birlikte İngilizler’e teslim olmuştur. Bu
gelişme üzerine, derhal tertibat alan İmam yeni kuvvetler toplayarak, cephe almış ve bunda da başarı
sağlamıştır. Durum bu merkez iken,İmamın teslim olma konusundaki tüm uyarılarına rağmen, ordunun bazı
komutan, asker ve memurları İngilizler’e teslim olmaya karar vermiştir. İmam Yahya, almış olduğu tedbir ve
kararlarla Yemen’in Osmanlı Devleti’nden ayrılmasını kabul etmeyerek, devlete olan samimiyet ve bağlılığını
ispat etmiştir.
Türkiye ile bağlarını hiç bir zaman koparmamış olan dost ve kardeş Yemen’le olan sıcak ve samimi
ilişkilerimiz, tarihten gelen bir süreçle almış olduğumuz güçle sonsuza dek devam edecektir.
***
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
1- Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Meclis-i Vükela Mazbataları, B.E.O, Dahiliye, Hariciye, Harbiye Tasnifleri ;
DH-KMS Tasnifi, DH-İ/UM tasnifi ve DH-ŞFR tasnifi
2- Tanin, Tasvî r-i Efkâr, İkdam, Vakit v.s. gibi dönemin gazeteleri
3- Ahmet İzzet Paşa; Feryadım, Nehir Yayınları, c.1, İstanbul 1992
4- Ayışığı, Metin; Mareşal Ahmet İzzet Paşa (Askeri ve Siyasi Hayatı), T.T.K Basımevi, Ankara 1997
5- Bayur, Yusuf Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi,T.T.K Basımevi, Ankara 1951
6- Danişment, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,Türkiye Yayınevi, İstanbul 1961
7- Ehiloğlu, Zeki; Yemen’de Türkler, Kardeş Matb., İzmir 1952
8- Erden, Ali Fuad; İsmet İnönü, Burhaneddin Erenler Matb., İstanbul 1952
9- Genel Kurmay Askeri Tarih Yayınları; I. Dünya Savaşı Harbinde Türk Harbi, C.6, Genel Kurmay Basımevi,
Ankara 1978
10- Gülsoy, Ufuk; Yemen Demiryolu Projesi,Tarih Medeniyet Dergisi, Ağustos 1997, sayı. 41
11- İnal, Mahmut Kemal; Son Sadrazamlar, M.E.B. yay., İstanbul 1965
12- Karal, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi,T.T.K Basımevi, Ankara 1995
13- Kuran, Ahmet Bedevi; Osmanlı İmparatorluğu’nda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, Çeltük Mat.,
İstanbul 1959
14- Kutay, Cemal; Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Tarih Yayınları, İstanbul 1961
15- Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, T.T.K Yayını, Ankara 1984
16- Selek, Sabahattin; İsmet İnönü Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1985
17- Sertoğlu, Mithat; Yemen Macerası, Hayat Tarih Mecmuası, Nisan 1975, sayı 4
19- Sırma, İhsan Süreyya; Yemen, İ.A, M.E.B., c.13, İstanbul 1961
20- Tanrıkut, Asaf; Yemen Notları, Güzel Sanatlar Matb., Ankara 1965
* Orjinali 38 sayfa olan bu tebliğ, 4-8 Ekim 1999 tarihleri arasında Ankara’da toplanan XIII. Uluslar Arası Türk
Tarih Kongresi’nde sunulmuştur.
***********************************************
Araplar bizi arkadan vurdu yalanı - 16ve SON
14'üncü bölümde Araplar arasındaki huzursuzluğun Sultan Abdülhamid'i (rh.a) tahtan indiren ve devleti
yönetme cüretinde bulunan mason güdümlü Ittihat-Terakki Cemiyeti'nden ve tutumlarından kaynaklandığını
belirtmiş ve buna dair bir misal vermiştik. Başka bir misal ise Ittihatçıların yaptıkları reformların vazgeçilmez
şartı olan merkezi otoritenin mümkün olan en geniş alana ulaştırılması prensibi ve bunun tamamlayıcı unsuru
olan devletin dili Türkçe'nin kamu hayatının "her alanında" kullanılması hedefidir. Işte bu reformlar Araplarla
gittikçe siyasîleşen bir anlaşmazlığa sebep olmuştur. Ittihatçıların Suriye'deki idarî makamlara adamlarını
yerleştirmeleri ve buradaki okullarda, mahkemelerde ve idarî birimlerde "Türkçe kullanımını mecburi" hale
getirmeleri "Arapçılık"ı Suriye'de muhaliflerin bir enstrümanı haline getirmiştir.[1]
Balkanlardaki hareketlenmeler ve Araplar arasındaki huzursuzluklar sebebiyle Ittihatçıların Pan-Islamizm'den
Pan-Turanizm'e geçiş yapmaları[2] ve bunun yanında sıkı bir merkeziyetçi politika izlemeye başlaması
sonucu Araplar arasında bir reaksiyon oluşmuştur.[3]
Bu reaksiyonun temel sebebinin genelde "Türkleştirme" politikası olduğu ileri sürülmüştür. Türk milliyetçiliği
yolundaki gelişmeler, hem Arap milliyetçiliğine örnek oluşturmuş hem de Araplarda, Türklerin artık kendilerini
"bir yana bıraktığı", "gözden çıkardığı" hissini uyandırmıştır.[4] Ancak, Türkçe kullanma zorunluluğu Istanbul
ile Araplar arasında önemli ve hassas bir konu olarak ortaya çıkmışsa da, Arap siyaseti temelde
Imparatorluktaki genel eğilimlere uymaya devam etmiştir.[5]
Araplar sadece "Türkleştirme"ye değil, aynı zamanda; neredeyse her sahada kültürlerinin bombardımanına
maruz kaldıkları Fransızlara, diğer bir deyişle "Fransızlaşma"ya da tepki göstermişlerdir ve bundan daha
doğal bir şey de olamaz. Kimse kimseyi kendine benzetmek hakkını haiz değildir. Son olarak Arapların
"Fransızlaşma"ya gösterdikleri tepkiyede bir misal verelim ve bu bahsi kapatalım; 1908 yılında Beyrut'ta
yayınlanan "La Question Sociale et Scolaire en Syrie" adlı anonim bir broşürde, Arapların Fransızları
sevdikleri, ancak bu sevginin kendilerini kaybettirecek kadar ileri gidemeyeceği ifade edilmiştir.[6]
Tekrar önemle ifade edelim ki, Şerif Hüseyin ve 300 bedevisinin isyan etmesi, tüm Araplara mal edilemez. Ve
unutulmamalıdır ki, Şerif Hüseyin'e karşı bizimle beraber omuz omuza mücadele edenler yine Araplardır. Bu
çalışmamızda da (evvelki bölümlerde) delillendirdiğimiz üzere, isyan eden Araplar; "hıristiyan" Araplardır.
Binaenaleyh, kemalistlerin bizi müslüman kardeşlerimizden soğutmak gayesiyle ortaya attıkları, "Araplar bize
isyan etti - bizi arkadan vurdu" yalannı böylece çürütmüş olduk.
***
Hucurat Suresi
10 - Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete
eresiniz.
Sahabelerin (radıyallahu teala anhüm ecmain) bulunduğu bir mecliste, oradakilere atalarının, dedelerinin kim
olduklarının sorulması üzerine sıra Iran asıllı bir sahabe olan Selman-ı Farisi Hazretleri'ne gelince, O:
"Ben Islam'a girdikten sonra soy sop aramam. Ben Islam oğlu Selman'ım " cevabını verdi.
Bu güzel cevaptan son derece etkilenen Hz Ömer (radıyallahu anh) da şöyle dedi:
"Bütün Kureyş bilir ki babam Hattab, Kureyşin önde gelenlerinden biriydi. Böyle iken ben Islamoğlu olan
Selman'ın kardeşi Islamoğlu Ömer'im."[7]
Birde Hadis-i Şerif:
Hz. Peygamber (s.a.v), "ırkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden
değildir."[8]
**********
KAYNAKLAR:
[1] Alexander Schölch (1991), “Der arabische Osten im neunzehnten Jahrhundert, 1800-1914”, Ulrich
Haarman (Ed.), Geschichte der arabischen Welt, Verlag C. H. Beck, München, sayfa 426-427.
[2] Pan-Islamizm'den Pan-Turanizm'e geçiş hakkında bakınız; Feroz Ahmad (1986), Ittihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yayınları, Istanbul, sayfa 254-255.
[3] Bernard Lewis (1968), The Arabs in History,[Tarihte Araplar, Istanbul: Istanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, 1979], Hutchinson and Co. Ltd., London, sayfa 174.
[4] Ömer Kürkçüoğlu (1982), Osmanlı Devleti'ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi, 1908-1918, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, sayfa 16.
Ayrıca bakınız; Aparajita Gogoi - Gazi Ibdewi Abdulghafour (1994), Arab Nationalism, Birth, Evolution and the
Present Dilemma, Lancers Books, New Delhi, sayfa 94.
[5] Hasan Kayalı (1998), Jön Türkler ve Araplar. Osmanlı Imparatorluğu'nda Osmanlıcılık, Erken Arap
Milliyetçiliği ve Islamcılık (1908-1918), çev. Türkan Yöney, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Istanbul, sayfa 88-90.
[6] Hans Kohn (1928), Geschichte der Nationale Bewegung im Orient, Kurt Vowinckel Verlag, Berlin, sayfa
216.
[7] Sızıntı dergisi, Mayıs 1992, sayı 160.
[8] Müslim, Imare, 53, 54, 57.







Hiç yorum yok:
Yorum Gönder